2 Mayıs 2007 Çarşamba

REJİMİN TOPUĞU

Bütün Türkiye Anayasa Mahkemenın verdiği kararı konuşuyor. Yüksek Mahkeme'nin oy çokluğu ile aldığı karar sonra Türkiye yep yeni bir döneme girdi. Kısa vadede günü kurtarmış olsada Türkiye önümüzdeki günlerde bambaşka problemlerle karşılaşacaktır.
Karar doğrudur yanlıştır ayrı bir tartışma konusudur, ne var ki kesindir beğenirsiniz yada beğenmezsiniz durum budur ve değişmeyecektir.

Yüksek Mahkeme Ana Muhalefet Partisi'nin savlarını haklı bularak çok farklı bir durum ortaya koymuştur. TBMM de 550-366=184 Milletvekiline sahip bir partinin istemediği bir aday yürürlükte olan yasa/içtihadlara göre seçilemeyecektir. 184 Milletvekili ile meclis kilitlenebilecek bu durumda 550 Milletvekilini etkileyecek seçim sureci 184 Milletvekilinin kararı ile başlatılabilecektir. Bu demokrasi kavramının doğası ile çelişen bir durumdur. Yazara göre halk nezdinde de kabul görmeyecek bir durumdur.
Bu ironik durumu engellemek için yapılabilecek iki şey vardır. Bunlardan ilki gerekli anayasa değişikliğini yaparak Cumhurbaşkanlığı seçimini düzenlemek ki şuan ki durumda türlü nedenlerle bu imkansızdır.Diğer seçenek ise gerekli Anayasa değişikliğini yaparak Cumhurbaşkanı'nı halkın seçmesini sağlamaktır. Nitekim iktidar partisi de yaptığı açıklamalarla bu konuda referandumu bile göze alacaklarını açıkladılar.
İktidar partisinin atabileceği en mantıklı adım budur. Kaldı ki kısa ve orta vadede kendisini en karlı çıkartacak adım budur.

Bu noktada ilginç bir durum ortaya çıkıyor. Yazarın tahmini, eğer Cumhurbaşkanlığı seçimi için referandum yapılsa (bu Anayasa değişikliği referanduma gerek kalmadan da ANAP'ın desteği ile yapılabilir ) halkın ezici bir çoğunlukla buna evet diyeceği yönündedir. Kamuoyu yoklamalarına baktığımızda ise AKP hala birinci partidir yapılacak erken seçimde ise tek başına iktidar olması ihtimal dahilindedir. Öte yandan Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda Abdullah Gül'ün karşısına sağ seçmenin de oyunu alabilecek güçlü bir aday çıkmadığı takdirde yine Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması kuvvetle muhtemeldir. Yazar CHP liderinin kendisi dışında bir adayı Cumhurbaşkanlığı için destekleyeceğine inanmıyor, aday olması halinde de CHP liderinin Cumhurbaşkanı seçilebileceğini düşünmemektedir.
Bu tahminlerin ışığında yazar aşağıdaki spekülasyonları yapabilir:
Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimler'in ardından ülkenin en önemli iki makamında AKP'li liderler bulunacak. Şuanki durumdan farklı olarak halk oyuyla seçilmiş bir Cumhurbaşkanı'nın Çankaya'daki duruşu daha farklı olacak.
Çağlayan ve Tandoğan Mitinglerinde toplanan insanların temel motivasyonu Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık makamlarının ikisinde birden AKP li birini görmek istememeleri idi. Ne varki geldiğimiz noktada geleceğe baktığımızda bir kaç ay sonrasında bu durumun gerçekleşeceğini tahmin edebiliriz. Böyle bir durum ise mitinglere katılanlar açısından hiç de istenebilecek bir durum değildir.

Bu noktaya nasıl geldik?
Bu herkesin kendine sorması gereken bir sorudur. Bir kaç aydır yaşadığımız süreçte hemen hemen her şey kameraların ve mikrofonların önünde yaşandı. Bu sürecin seyrinde üç önemli etken rol almıştır.Bunlardan ilki iktidarın ketum tutumudur. İktidarın adayını son ana kadar açıklamaması sayesinde adayın şahsı ile ilgi tartışmalar olmamıştır bunun yerine olası adaylar üstünden bir tartışma yürütülmüştür, bu strateji sayesinde iktidar CHP liderini Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı adaylığına değil de herhangi bir AKP'linin Cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı çıkmaya zorlamıştır. İktidar partisi için partinin kurumsal kimliğini savunmak adayını savunmaktan daha kolay olmuştur çünkü aslında muhalefet tarafından ortaya atılan suçlamalar esasında bir şahsa yöneltilebilecek suçlamalardır.
Diğer etken ise CHP liderinin tarzıdır. Deniz Baykal bu süreçte uzlaşma çağrısı yaparken uzlaşabilecek bir tablo çizmemiştir. Bunun yanında ortaya herhangi bir isim de koymamıştır. Yukarıdaki satırlarda belirttiğim gibi AKP tabanının hayır diyemeyeceği bir isim ortaya konabilseydi AKP'nin işi çok daha zor olurdu. Örneğin Abdullah Gül'ün adaylığı açıklanmadan önce kabinedeki askerlere en yakın isim olan Vecdi Gönül'ün ismi ortaya konabilirdi. Böyle bir durum da CHP lideri için ise kötülerin en iyisi olurdu.
Diğer önemli etken ise e-muhtıradır. Yazarın muhtıranın perde arkasında olabileceklerle ilgili spekülasyonlarını başka bir yazısında bulabilirsiniz. Burada sonuçları inceleyeceğiz.
Muhtıra siyaset gündeminde beklenilen en son şeydi. Gerginlikler herkesin malumuydu ama Türk demokrasisin bunu kendi metodlarıyla aşacağına yönelik yaygın bir inanç vardı. Nitekim Çağlayan'da toplanan insanlar da -sonuçları kendi istekleri doğrultusunda olsa da- 'ne şeriat ne darbe' diyerek muhtıraya karşı olduklarını ortaya koymuşlardır. Geçmişte verilen muhtıralar iktidar partilerinde ciddi oy kayıplarına neden olmuşlarsa da hükümetin muhtıra karşısındaki dik duruşu geçmiş hükümetlerde görülmemişti. Bu bağlamda muhtıranın önümüzdeki seçimlerde sağ seçmenin hükümete desteğini arttıracağını öngörebiliriz. Öte yandan muhtıra Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gerginliği arttırmıştır ve Yüksek Mahkeme'nin kararındaki etkisi herkesin malumudur.

Sonuç olarak rejimi değiştirmekle suçlanan hükümet yaşadığımız süreçte adım adım rejimi değiştirmeye zorlanmıştır. Cumhurbaşkanın halk oyuyla seçilmesi şuanki rejimin değişmesi demektir ve ortaya bambaşka bir tablo çıkartacaktır. Bu tablonun toplumda AKP'ye karşı olan kesim açısından hiç de iç açıcı olmadığı söylenebilir. Amiyane bir tabirle yaşadığımız süreçte 'rejim' kendisini topuğundan vurmuştur.


Dündar Yılmaz

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Yazınızı okudum. Gerçekten çok güzel noktalara değinmişsiniz. Keşke iktidar da muhalefet de ve diğer siyasete karışanlar da (Anayasa Mahkemesi ve Genelkurmay) daha mantıklı hareket etseydiler. Demokrasimiz maalesef çok yara aldı. Umarım ülke için en hayırlısı olur.